26 Nisan 2013 Cuma


ASİ NEHRİ EFSANESİ

                                

Eski adı “Orantes” olan Asi Nehri Lübnan Bekaa Vadisi’nin doğu kısmından doğar ve Türkiye ‘ye Hatay ilinden Akdeniz'e dökülür. Nehrin büyük bir kısmı Suriye toprakları içerisinde olup, toplam uzunluğu 450 kilometredir. Nehrin en büyük özelliği ise dünyada tersine akan tek nehir olmasıdır. Adını kendi  karakterinden alan bu nehrin çok eskilere dayanan bir efsaneden dolayı ters aktığı söylenir. Efsaneye göre, binlerce yıl önce Hatay'ın bir ilçesi olan Samandağ’da, şehrin gözden çıkardığı genç kızlar bir kayanın başında ejderhaya  kurban edilirdi. Fırtına dolu bulutların yaklaştığı karanlık ve kasvetli bir günde, adanma sırası bir cengâverin sevgilisine gelmiştir. Elleri kolları bağlıdır genç adamın ama, sevdiğinden ayrılmamayı göze koymuştur. Kayalıklarda ejderhanın gelmesini bekleyen sevgilisini kimse görmeden, gizlice salıverir. Öyle bir sevdadır ki kendisininki, kayalıklarda ejderhayı beklemeye başlar. Yüksek tepelerden aşağı sürünerek, ağaçları yıkıp kırarak gelmiştir ejderha delikanlının beklediği kayaya. O anın verdiği korku ve heyecanla, delikanlı aniden kılıcını çekip kayalıklardan aşağı atlar ve kılıcını ejderhanın kalbine saplar. Çok acı çeken ejderha, acısından kayaları bile eritir. Ejderhanın acısı o kadar şiddetlidir ki, o dev cüssesiyle Samandağ'ından başlayıp, yerleri yırtıp parçalayarak Antakya, Suriye derken Lübnan'ın Bekaa Vadisine kadar gelir ve tam o sırada bir kayaya çarpar. O şiddetli çarpmanın etkisiyle kaya yarılır ve içinden muhteşem tatta bir su çıkar. Kayanın içinden çıkan bu muhteşem su bütün kanunları hiçe saymıştır. Tüm sular yukarıdan aşağıya, Kuzey’den Güney'e akarken, bu su aşağıdan yukarıya ve Güney’den Kuzey'e akmış. Ayrıca, tüm ırmaklar sade bir renkte akarken, bu ırmak tüm geçtiği bölgelerin topraklarını taşıyarak koyu kahverengi bir halde akar. Bereketliliğini de bu topladığı topraklardan aldığı söylenir. Her kurala aykırı olduğu için adına isyan eden, başkaldıran anlamında “ASİ” denmiştir.

18 Nisan 2013 Perşembe



DAPHNE (DEFNE) EFSANESİ

Antakya deyince akla gelen en önemli sembollerdendir “ defne ağacı”. O eşsiz görüntüsüyle, yapraklarının güzel kokusuyla birçok ağacı kıskandırır çünkü Antakya topraklarında onun egemenliği vardır tüm ağaçlar arasında. Kentin ekonomisine birçok katkısı vardır defnenin ama en çok defne sabunuyla söz ettirir kendinden. Defne berekettir Antakya için  ve bu bereketli ağacın çok güzel bir efsanesi vardır ve bu efsaneyi duyunca neden bütün ilginin defne ağacında olduğunu daha iyi anlayacaksınız. Baş tanrı Zeus’un oğlu olan Apollon güneş tanrısıymış ve her sabah, dört tanrısal  atın çektiği altın arabası ile gökyüzünü bir uçtan bir uca dolaşırmış. Bir gün yine gökyüzünde dolaşırken elinde oku ve yayıyla aşk tanrısı Zeus’la karşılaşmış ve onun okçuluk kabiliyetleri ile ilgili alaylı şeyler söylemiş. Bu sözlerin üzerine Eros sinirlenmiş ve bir gün oklarının Apollonu’da hedef alacağını söylemiş. Apollon  bir gün  ormanda lirini çalarken , ormanda yalnız başında dolaşmakta olan güzeller güzeli su perisi Daphne’yi görmüş. Onu görür görmez içini bir heyecan sarmış ve onu takip etmeye başlamış. Fakat bütün olanları Zeus’ ta görmüş ve Apollon’un onu küçümseyişinin intikamını almak için bunun çok iyi bir fırsat  olduğunu sezmiş ve sadağından çıkardığı nefret oklarından birini Daphne’nin kalbine saplamış ve böylece Daphne’nin kalbi aşka tamamen kapanmış. Eros sadağından çıkardığı aşk okunu da Apollon ‘un kalbine saplamış. Apollon artık daha fazla dayanamamış ve Daphne’ nin karşısına çıkmış ama Daphne karşısına aniden çıkan Apollon’u görünce çok ürkmüş ve kaçmaya başlamış. Apollon’da  kovalamaya devam etmiş ve bir an gelmiş ki Apollon’un nefesini ensesinde hissetmiş ve çok ürken Daphne daha fazla dayanamamış toprak anaya onu örtmesi için ona yalvarmış. Bu içten yalvarışla birlikte , ayakları toprağın derinliklerine doğru kaymış ,bedeni kabuk bağlamış, kokusundan bütün canlıların  başını döndüren saçları da yapraklara dönüşmüş. İnce narin kollarıda ağacının dallarına dönüşmüş ve güzel Daphne defne ağacına dönüşmüş. Bunların karşsında  ne yapacağını şaşırmış genç Apollon ve günlerce defne ağacının etrafında gözyaşı dökmüş ve ona olan aşkını günlerce gözyaşı dökerek bir kez daha kanıtlamış. Bu içten aşk ilanının üzerine Daphne yapraklarıyla Apollon’un önünde saygıyla eğilmiş. İşte bu tanrısal aşk hikayesinin geçtiği yer bugünkü Antakya’nın Harbiye’sidir.Ve derler ki Harbiye şelaleleri güzel Daphne’nin gözyaşlarıdır.

9 Nisan 2013 Salı


ANTAKYA ÜZERİNE

         Antakya deyince ilk önce barış gelir insanın aklına, kardeşçe yüzyılları aşmış bir sevgi. Türkiye de bu barışı sağlayabilen nadir kentlerden birisi, içinde hıristiyanını, ermenisini, arabını, alevisini, sunnisini barındırıyor, barındırmakla kalmıyor bu insanların dostluğuna, birbirine olan saygılarına tanıklık ediyor. İnsanlar birbirinin dini inancına, etnik kökenine bakmadan rahatça iletişim sağlayabiliyor. Antakya bu özelliğini çok eski zamanlardan kazanmış, birçok tarihe tanıklık etmiş birçok milletten insanı kucaklamış, onların inanışlarına, yaşantılarına saygı göstermiş. Antakya’nın bu büyüklüğü medeniyetler kenti oluşu çok eski zamanlara dayanır. İlk kurulduğunda bile dünyanın en büyük üç antik  kentinden biriydi, daha sonra Asur,  Pers, Sasani, Selçuklu, Roma gibi büyük medeniyetlere ev sahipliği yaptı, bunca çekişmeye, topraklarındaki bunca savaşa rağmen kendinden hiç ödün vermedi, yine sevgiyle sarıp sarmaladı insanlarını, bağrına bastı. İnsanlarına kardeşliği, dostluğu, saygıyı aşıladı, o yüzdendir ki, günümüzün yozlaşmış haline yenilmedi, savaşın, katliamların, eşitsizliklerin hüküm sürdüğü bu durumda bile insanları yılmadı. Antakya’yı anlatmamdaki amacım sadece benim memleketim olması değil, kültüründen  yaşayışına birçok kişiye örnek olması, birçok kimsenin imrenmesi gereken bir şehir olması. Gelelim Antakya’da yaşama, Antakya’ya ilk ayak bastığınızda bile sizi sıcacık misafirperverliğiyle karşılar otogarın çıkışında sizi kardeşliğin simgesi olan bir yapıt karşılar, bu  yapıt  Antakya’da yaşayan üç semavi dine mensup  insanları simgeler, bu sembolle sizi daha ilk baştan etkilemeyi başarır. Sokaklarında ise tarihin kokusunu, asi nehrinin o inatla akan suyunun coşkunluğunu hissedersiniz. Eski Antakya evlerinin önünden geçerken tarihin o sıcaklığını, size sunduğu o muazzam görüntüyü içinize çekmek için dönüp dönüp tekrar bakmak isteyeceksiniz. Antakya bu eşsiz karekterini dünyayada duyurmayı başardı. Antakya Medeniyetler Korosu hem dünyada hem de ülkemizde geniş yankı uyandırdı. Koro, bünyesinde 3 mesnevi dine mensup vatandaşları barındırıyor, ayrıca çeşitli meslek dallarından insanların var olmasıyla farklılıkların o bütünleşmiş ruhuyla, emekle yapılan müziklerin tadına varıyorsunuz. Bu yüzdendir ki bu koro haklı saygınlığını duyurmayı başardı ve 2012 Nobel Barış Ödülü adayları arasında yer aldı. Antakya, adına, tarihine, geçmişine yakışanı yaptı ve duruşunu hiç bozmadı, bozmayacakta.